Türkiye’nin Suriyeli gazetecileri “o günü” gözlüyor

Esad rejiminden ya da IŞİD’ten kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyeli gazeteciler, savaşın bitiş gününü bekliyor

GÜLTEN SARI

12.10.2017

 
Gazetecilik, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yeryüzündeki en tehlikeli mesleklerinden biri olarak kabul ediliyor. Yine, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) verilerine göre, 2016 yılında dünya genelinde öldürülen 48 gazetecinin 14’ü Suriyeli. Bu yönüyle Suriye, gazeteci ölümlerinde dünyada 1. sırada yer alırken, Türkiye öldürülen iki gazeteciyle aynı listenin 7. sırasında.
 
Söz konusu veriler, çok sayıda Suriyeli gazetecinin savaştan; Esad rejiminden ya da IŞİD’ten kaçarak Türkiye’ye gelmesine rağmen, Türkiye’deki medya özgürlüğü atmosferinin, özellikle Türkiyeli gazeteciler için pek de iç açıcı olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
 
Öte yandan, Türkiye’ye kaçan Suriyeli gazeteciler için tehdidin kaynağından uzaklaşılsa da tümüyle ortadan kalktığı da söylenemez. Son olarak Suriyeli genç gazeteci Halla Barakat ve aktivist annesi Orouba Barakat’ın İstanbul’daki evlerinde öldürülmeleri, tehdidin sanıldığı kadar uzak olmadığının da bir göstergesi. Bu gazetecilerin, mesleği sürdürebilmek için kimi zaman Suriyeli kimi zaman da yerli medya organlarında emek sömürüsüz bir istihdam için de mücadele vermek durumunda kaldıkları ise bir başka gerçek.

Bir bölümü İstanbul’da bir bölümü de Antep, Hatay ve Kilis gibi Suriye sınırına yakın illerde mesleğini icra etmeye çalışan, Suriye’ye dair siyasi tutumları çerçevesinde aktif kalmaya çalışan gazetecilerin her gün üstesinden gelmek zorunda oldukları sorunlar, yaşadıkları bölgeye göre degişiklik gösteriyor.
 
 
Kilis-Suriye arasında mekik dokuyor
 
O gazetecilerden biri de hayatını tehlikeye atarak gazetecilik yapmaya çalışan ve Kilis’le Suriye arasında mekik dokuyan Yasser Alhaji. 2013’te, haberleri nedeniyle peşine düşen IŞİD’ten kaçarak Kilis’e yerleşen gazeteci Alhaji, ölüm tehlikesi de dahil tüm riskleri de göze alarak haber yapmaktan vaçgeçmemiş. Savaştan önce The Syrian Mirror Magazine’de genel yayın yönetmenliği yapan Alhaji, hâlihazırda Sky News için çalışıyor.
 
P24’e konuşan Alhaji, IŞİD’in işlediği suçları haberleştirmeye başlayınca bir anda örgütün hedefi hâline geldiğinden bahsediyor. Bu baskı karşısında, güvenliğinden endişe ettiği ailesini de yanına alarak Kilis’e yerleşmiş. Yine de IŞİD ile muhalif güçler arasındaki çatışmaları dünyaya duyurmaktan vazgeçmemiş. Türkiye’de daimi oturum ve çalışma izni almış. Ancak bir yıl beklemiş izin için ve bu sürede zorluklarla karşılaşmış. Gazetecilik yaparken kimi zaman polisin uyarılarına maruz kalmış. 
 
Kilis’i yaşadığı kasabaya yakın olduğu için seçmiş. Haberin peşinde sık sık sınırın öteki tarafına geçmiş, geçmeye de devam ediyor. IŞİD’in ölüm tuzağından kurtulmak için kimi zaman kıyafet değiştirmiş, kimi zaman da yol. Kamufle olmak için çeşitli yollar denemiş ve ölümün sınırında gezerken Halep’te olup biteni okuyucuya ulaştırmayı başarmış. Hem de şehrin büyük bir bölümünün IŞİD kontrolü altında olduğu zamanlarda. Örgütün kanlı saldırıları ve eylemlerinden tanık olabildiklerini okura ulaştırmayı başarmış. Tüm bunları, IŞİD’in gazetecileri kaçırıp, kamera kaydı eşliğinde infaz ettiği süreçte yapmış. Sadece IŞİD’in değil, Suriye rejiminin katliam ve eylemlerini de haberleştirmiş.


Suriyeli gazeteci Yasser Alhaji ve çocukları

“Savaş ailemi parçaladı”
 
Antep ve Urfa’da, IŞİD’in üstlendiği 2015’teki gazeteci cinayetleri Alhaji ve ailesi için bir dönüm noktası olmuş:
 
“Bu iki şehirde öldürülen gazeteciler benim arkadaşımdı. IŞİD’in beni takip ettiğine dair korkum arttı. Beni de hedef alabileceklerini düşündüm. Hayatım için endişe ettim. ‘Nereye kaçabilirim’ diye düşündüm. Birkaç ay yalnız dışarı çıkamadım. Dışarıya çıktığımda yanımda mutlaka biri olurdu. Eşim gazetecilik yapmamı istemiyordu. Bu kaygılar yüzünden çocukları da alarak ABD’ye gitti. Benim hayatım için endişeliydiler. Türkiye’ye dönmeyecekler artık. Bense yılda bir kez onları ziyaret ediyorum. Savaş yüzünden ailem parçalandı.”
 
Kilis’teki yaşama dair de söyleyecekleri var Alhaji’nin: “Türkiye’ye geldiğimden beri hep Kilis’te yaşadım. Burada bir ev tuttum. İnsanlar iyi davranıyor. Kimi zaman problemler yaşansa da genel olarak sorun yok.”
 
ABD’ye gitme planı olup olmadığına dair Alhaji, gitmeyi düşünmediğini, yaptığı işi sevdiğini anlatıyor: “İşimin önemli olduğunu düşünüyorum. Suriye’ye gidip geliyorum. Yakın bir gelecekte Suriye’de yaşamayı planlıyorum. Halep’te yıkılan evimi inşa ettim. Yakında gideceğim. Halep hâlâ tehlikeli bir yer. IŞİD unsurları her yerde. İnsanların beyinleri yıkanmış durumda. Zihinleri değiştirmek biraz zaman alacak. Kentlerimizi, ülkeyi yeniden inşa edecek birilerine ihtiyaç var. Eğitimli insanlar çoktan terk ettiler Suriye’yi. Ben yeniden inşa çalışmalarında yer alacağım. O nedenle hiçbir yere gitmiyorum.”
 
 
“Tahrir Şam Heyeti peşime düşünce Suriye’den çıktım”
 
Suriye’de savaşan cihatçı gruplardan Tahrir Şam Heyeti, yaptığı haberler nedeniyle Suriyeli gazeteci Fouad Basbous’un peşine düşünce, Basbous Temmuz 2016’da Türkiye’ye gelmiş. Devrim hareketinin başladığı, henüz iç savaşa dönüşmediği 2011’de Basbous, İdlib’in kırsal kesimindeki Sarakab kentinde yurttaş gazeteciliğine başlayarak mesleğe adım atmış.
 
“Örgütten kaçmak istiyordum ancak sınırlar tümüyle kapalıydı. Pek çok riski ve zorluğu göze alarak yasa dışı yollardan ülkeden ayrıldım.”
 
Basbous, Türkiye’ye geldikten sonra Esad rejimi ya da IŞİD tehdidi ile karşılaşmamış ancak medya atmosferinin hayli yorucu olduğu görüşünde. Türkiye’de kurulan medya kuruluşlarının bu alanda hemen hiç tecrübesi olmayan insanlar tarafından yönetilmesinin, bu boğucu atmosferde önemli etken olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “Çünkü süreci arzularına göre yürütüyor, çalışanlarla bu doğrultuda iletişim kuruyorlar.”
 
Türkiye’de tehdit altında hissedip hissetmediği konusunda ise, “Suriyeli gazeteciler hemen her yerde tehdit altında, ancak burası Suriye ile kıyaslandığında bir nebze daha güvenli” diyor.
 
Halla ve annesi Orouba’yı tanıdığını söyleyen Basbous, “Bu korkunç suçun nedenini iyi biliyorum ancak Türkiyeli yetkililer tarafından yürütülen resmî soruşturmanın sonuçlarını bekleyelim. Ancak Orouba ve Hala’nın cenaze törenine katıldığımda katilin orada olduğunu hissettim. Neden bilmiyorum" diyor.
 
“Türkiye’den ayrılmayı düşünüyorum”
 
Kimi meslektaşları gibi, Türkiye’den ayrılarak bir Avrupa ülkesine gitme planı olup olmadığı sorusuna Basbous, “Dürüstçe söylemeliyim ki bu seçeneği ciddi ciddi düşünüyorum. Çünkü Suriye’deki durum giderek kötüleşiyor ve karmaşıklaşıyor; savaşın ne zaman biteceğini öngöremiyorum. Tam da bu nedenden ötürü, geleceğimi kurmak ve kariyerime odaklanmak durumundayım” yanıtını veriyor.
 
Suriyeli gazetecilerin Türkiye’de karşılaştıkları problemlerin başında, ihtiyaçlarına yanıt verebilecek, onları koruyacak bir komite ya da kurum olmamasını gösteren Basbous’a göre, Türkiye’de bu oluşumları kolaylaştıracak yasal altyapı da yok.
 
Basbous, Türkiye’de gazetecilere yönelen tehditler konusunda, hükümetin IŞİD’e karşı aldığı önlemleri arttırdığına dikkat çekse de temkini elden bırakmıyor: “Bunun ne kadar işe yarar olduğunu görmek için zamana ihtiyaç var. Bekleyip göreceğiz. Sonuçları ancak zaman ortaya koyacak.”
 
 
“Türkiye’de kendimi ülkeme yakın hissediyorum”
 
Türkiye’deki bir diğer Suriyeli gazeteci Manhal Baresh. İstanbul ve Antep hattında belgesel yapımcılığı yapan ve kimi Arap gazetelerine haber geçen Baresh de Sarakab’tan.
 
Esad rejimine karşı ayaklanmayı müteakiben Suriye Yerel Koordinasyon Komitesi’ni (LCCS) kurmuş. 2011’in sonlarında rejim tarafından tutuklanmış ve bir ay boyunca adı kötüye çıkan 235 No’lu Filistin Hücresi’nde tutulmuş. 2014 yılında, “Geçici Hükümet”te medya ilişkileri başkanlığı yaptığı sıralarda sık sık Türkiye’ye gelip giden Baresh, cihatçı gruplar 2013’te, henüz IŞİD’in resmî olarak bu adı almasından hemen önce, yapılanmanın Sarakab ofisini hedef alınca ülkeyi terk etmiş: “İyiliğim için Türkiye’ye geldim.”
 
"Türkiye’nin iç politik konularına ve ayrışmalarına temas etmediğim için sorun yaşamıyorum. Diğer taraftan, Suriye’deki gelişmelere dair nispeten daha özgür bir ortamda düşüncelerimi ifade edebiliyorum. Benim temel kaygım, haberlere ve kaynaklara ilk elden ulaşamamak. Bu da ülkemin benim için ‘Girilmez’ bir konumda olmasının bir sonucu."
 
Baresh, Türkiye’de ne kadar güvende hissettiğiyle ilgili, “Elbette Suriye’de olduğumdan daha fazla güvendeyim” değerlendirmesini yapıyor. Arkadaşları olan Halla ve Orouba’nın öldürülmelerine dair gerçeğin ise bir an önce aydınlatılmasını umuyor. Uzayıp giden bürokratik işlemler, sistemi çözmedeki zorluklar ve dil engeli dışında çok fazla sorun da yaşamıyor. Şimdilik eşiyle Türkiye’de kalmak istiyor: “Burada, ülkenin bana sunduklarından yararlanmak istiyorum; en önemlisi de ‘ev’ime yakın hissediyorum.”
 
Bir dönem Antep’te gazetecilik yapan ve sık sık sınır şehirlerine seyahat eden Baresh, IŞİD’in sadece gazetecilere değil tüm ülkeye ve vatandaşlarına tehdit olduğu kanısında.
 
“Nerede, ne zaman vuracaklarını bilemiyorsun. Güvende hissetmenin tek yolu onlara ve emirlerine itaat etmek; tıpkı, farklı ideolojide olsa da, Esad rejiminin istediği gibi. Ne kadar geriletirse bu yapılar, tehdit o kadar azalır.”
 
 
“Önce Ürdün’e sonra Türkiye’ye geldim”
 
Suriye’deki savaştan kaçan bir diğer gazeteci Ghali Agha. Aslında bu onun gerçek adı değil. Hem rejim hem de IŞİD tehdidi nedeniyle hem kendi haberlerinde hem de söyleşilerinde takma bir isim kullanmayı tercih ediyor.
 
Suriye’de olup biteni iç savaş olarak tanımlamayan Agha, “Yaşananların sorumlusu Esad rejimi. İnsanları tank, silah ve kimyasal silahlarla öldürdüklerine gözlerimle şahit oldum” yorumunu yapıyor. Gazeteciliğin yanı sıra, Suriye’de iletişim fakültelerinde ders veren Agha, 20 yıldır gazeteci ve okutman.
 
Ülkesindeki medya atmosferini, “Bağımsız, özgür bir medyamız olmadı. Tüm televizyon kanalları ve gazeteler, hükümet ne istediyse onu yayınlamak zorundaydı. Suriye medyası kraldan çok kralcıydı. Medya, çoğu zaman hükümetin kendisine emir vermesini beklemeden kendisinden bekleneni yapıyordu” sözleriyle tanımlıyor.
 
 
“Yıl sonuna kadar iş bulamazsam Türkiye’den gideceğim”
 
Agha Türkiye’ye geliş sürecini şöyle anlatıyor: “Savaş patlak verdiğinde Ürdün’e gittim. Orada online bir haber sitesinde gazetecilik yapıyordum. Sonra, Türkiye’de The Orient News’un şubesinin açıldığını gördüm ve sitenin direktörü ile temasa geçtim. O da beni Türkiye’ye davet etti ve önce editör sonra da baş editör oldum. Böylece Türkiye’ye gelmiş oldum.”
 
Çalışma ve oturma izni almakta zorlanmayan Agha, Türkiye hükümetinin Suriyelilere yönelik tavrından genel olarak memnun. Suriyeliler’in ülkeye gelmesinden rahatsız olanların varlığını kabul ediyor ancak bu durumu “demokrasinin bir gereği” olarak yorumluyor.
 
Zaman içinde, haber sitesinin İngilizce versiyonunu yayına sokan Agha ve ekibi, rejim karşıtı bir yayın politikası izlemiş ancak rejimin açıklamalarına da yer vererek, “ellerinden geldiğince tarafsız” olmaya çalışmış. Yine de “bir haber ajansı kadar tarafsız olamayacakları”nın altını çiziyor.
 
Türkiye’deki durumuyla ilgili Agha, “The Orient’deki görevim sona erdi. Bir süredir mesleğimi yapabileceğim bir mecra arıyorum ancak bulamadım. Süreç böyle ilerlerse bu yıl sonunda Türkiye’den ayrılıp bir Avrupa ülkesine gitmeyi planlıyorum. Hayatımı kazanmam ve ailemin geçimini sağlamam gerek, ve tabii kirayı da ödemem. Birinin size gelip para vermesini bekleyemezsiniz. Gazeteci ve okutman olarak bir başka ülkede hayatını sürdürebilme fırsatı yakalarsam gideceğim” itirafında bulunuyor.
 
Ancak Suriyeli olmanın Avrupa’da bir ülkeye gitmede büyük bir dezavantaj olduğunu kabul eden Agha, vize almanın kolay olmadığının farkında:
 
“Evliyim ve çocuklarım var. Vize hepimiz için bir problem. Herhangi bir Avrupa ülkesinin vize verebilmesi için başvuranın geçmişini incelemesi hakkı. Ancak, Suriye’de devam eden savaş nedeniyle böylesi bir geçmiş taraması pek mümkün olmuyor. Gazeteci ya da işçi fark etmiyor; bu durum Avrupa’da çalışmanın önünde bir engel. Ayrıca, Suriye pasaportu dünyanın en pahalısı ve de en değersizi. Hiçbir ülke vize vermeye yanaşmıyor. Yine de bir kez o vizeyi aldınız mı bir daha asla herhangi bir Suriye büyükelçiliğine gitmek zorunda kalmıyorsunuz!”
 
 
“İnsanını öldüren rejimin pahalı pasaportu sorun değil”
 
Agha ekliyor: Rejimin kendi insanlarını öldürdüğü bir ortamda, pasaportun pahalılığı hiçbir şey. Yaralıların taşındığı hastanelerin bombalandığı bir yerden bahsediyoruz.
 
Yaşadığı bir diğer zorluk olarak da diploma denklik meselesini işaret ediyor Agha, “Türkiye’deki kurumlarla da belli engellerle karşılaşıyoruz. Mesela, Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK), Suriye diplomalarına denklik vermesi için yaptığı inceleme çok uzun zaman alıyor. Çünkü sahte diploma olgusu var. Bu da bizim Türk üniversitelerinde çalışmamızı zorlaştırıyor. Kimi Suriyeliler sahte diploma yapıyor. YÖK, geçen yıl bu sorunu aşabilmek adına bir program başlatmıştı.”
 
Yıl sonuna kadar iş bulamaması halinde Türkiye’den ayrılacağını belirten Agha, uzun soluklu, hem kendi hem de ailesi için stabil bir iş aradığının altını çiziyor ve ekliyor, “İş bulabilirsem de Türkiye’de kalacağım.”
 
Halla ve Orouba onun da arkadaşlarıydı. Bu trajediye rağmen Agha, fizikî bir tehditten ziyade işsizlik sarmalının huzursuzluğunu yaşadığını bir kez daha vurguluyor.
 
Ülkesine döndüğü günün hayalini kuran Agha, “Rejim yerini koruduğu müddetçe Suriye’ye dönmeyeceğim. Sonrasında ülkemin yeniden inşası çalışmalarına katılacağım. Hem gazeteci hem okutman olarak çalışacağım. Rejim sonrasında yüzlerce yeni medya kuruluşu kurulacaktır. Elbette devletten bağımsız. Suriye’de insanlar bağımsız medyanın yokluğunun bedelini ağır bir biçimde ödedi. Bağımsız bir medya olmadığı sürece gerçek özgürlüğün mümkün olamayacağını anladılar. Kanlı bir bedel!”
 
Türkiye’deki Suriyeli medya organlarıyla ilgili, aralarında beş-altı yıl önce kurulanlar olmasına rağmen hem Arapça-İngilizce iki dilli yayın konusunda hem de muadilleri arasında farklılık arz etmemeleri nedeniyle olumlu bir tablo çizemiyor Agha.
 
“Çünkü, Suriyeli iş adamları bu tarz bir medya kuruluşuna sponsor olmuyor. Sahibin müdahalesinin olmadığı bir seçeneği onaylamıyorlar. Yayın politikasının kontrolü kendilerinde olsun istiyorlar. Suriye halkının böylesi bir girişim deneyimi olmadı geçmişte. Parası olan bir adam her şeyi kontrol etti.”