Bu kelimeleri birlikte yazmak yasak: Turkcell, Ensar, Tecavüz

Karşımızda sadece bir istismarcı öğretmen, sadece yasa dışı işler yapan bir vakıf veya sadece iletişimi sansürleyen bir iletişim şirketi yok

EFE KEREM SÖZERİ

16.04.2016

İktidarın varlık nedenlerine dokunan her krizde olduğu gibi, Karaman’daki olayın etkileri de ülke çapında gerçekleşiyor. Bu nedenle, yayın yasaklarının ve sansür teşebbüslerinin kapsamı ne kadar geniş olursa olsun, ülkenin yarısının tepki gösterdiği diğer yarısının sessiz kaldığı bir sorunu örtbas etmek artık mümkün değil.

Ensar Vakfı neden resmî bir kurum gibi savulunuyor? Turkcell neden hükümet gibi sansür uyguluyor? Sırayla gidelim.

Karaman sadece Karaman değil

Karaman’daki Ensar ve KAİMDER yurtlarında kalan çocukların cinsel istismara uğraması ciddi bir toplumsal tepki doğurdu. 12 Mart’ta şüpheli öğretmen M.B.’nin tutuklanması ile ortaya çıkan olayın boyutları, BirGün’den Serbay Mansuroğlu ve Gazeteport’tan Mustafa Hoş’un araştırmalarıyla derinlik kazandı; Türkiye’deki eğitim sisteminin denetimsizliğine dair vahim eksiklikleri gösterdi.

Savcının hazırladığı iddianamede öğretmen M.B. dışında kimse suçlanmıyor; ancak CHP’nin raporunda çocukların “Ensar ve KAİMDER yurtlarında” kaldığı İmam Hatip Okulu Müdür Yardımcısı M.Ü. tarafından doğrulanıyor. Araştırmacı gazeteciler sayesinde ise Karaman Valisi Murat Koca’nın ve Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Asım Karaosmanoğlu’nun yalan beyanda bulunduklarını, tanımadıklarını söyledikleri öğretmeni makamlarında ağırladıklarını, varlığını bilmediklerini iddia ettikleri yurtları bizzat ziyaret ettiklerini biliyoruz; hatta, yerel gazetelerin bu bağlantıları örtmek için arşivlerini sildiklerini de biliyoruz.

Fakat Karaman’daki çocukların cinsel istismara uğraması ve bunun örtbas edilme çabası Karaman’dan büyük; ülke çapında bir mesele.

Siyasi iktidarın okulları ve yasa dışı yurtları denetlememesi sistemli bir görev ihmali. Taciz soruşturmalarındaki cezasızlık; ya da tek cezanın şüpheli öğretmeni başka okullara atamak olması sadece bir yerdeki skandalı örtbas etmekle kalmıyor, tacizcilere yeni kurbanlar da sağlıyor. Rize’de 2001-2003 yılları arasında Ensar Vakfı’nın başkanlığını yapan M.N.G., 1983-1987 yıllarında Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde öğretmenlik yaparken çocuklara yönelik cinsel istismar iddiasıyla soruşturma geçirmiş, 2007’de Rize Çocuk Esirgeme Kurumu’nda müdürlük yaparken aynı suçlama ile bir kez daha soruşturma geçirmiş, 2016’da Kızılay İl Başkanı iken bu sefer ailelerin savcılığa başvurması üzerine tutuklanmış. Artvin’de ise 2002 yılında öğretmeninin istismarına uğrayan bir çocuk yıllar sonra öğretmen olup yaşadığı ilçeye dönünce eski öğretmeni R.A.’yı aynı okulda görev başında bulmuş, hala çocukları taciz ettiğini kendi çabalarıyla ortaya çıkarmış ve tutuklanmasını sağlamış.

Mağdurların kendini savunamayacak çocuklar olduğu okul ve yurt gibi yerlerde devletin denetimi çok daha sıkı olmalı, hak temelli STK’ler denetime dahil edilmeli; çocuklara karşı işlenen suçların cezası ise en üst seviyeden verilmeli, caydırıcı olmalı. Buna rağmen cezasızlık hala devam ediyor: Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Karaosmanoğlu görevden alınmak ve yargılanmak yerine Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandı.

Özetle, mesele Karaman’daki yasa dışı bir vakıf yurdundaki tek bir öğretmenden ibaret değil; sistemde sorun var. Ancak AKP’nin tüm gücüyle, hatta sorumluluk alanlarına giren Milli Eğitim Bakanı ve Aile Bakanı ağzından Ensar Vakfı’nı savunması olayın siyasi boyutuna ihmalden ötede bir anlam katıyor.

Ensar sadece bir vakıf değil

Ensar Vakfı bir hükümet politikasının aracı, “dindar nesiller” yetiştirme projesinin uygulaması. Erdoğan’ın ilk kez 2012’de dile getirdiği bu projeyi daha iki ay önce, Şubat 2016’da Ensar Vakfı’nın toplantısında yeniden hatırlatması bir tesadüf değil.

Ensar Vakfı 1979 yılında, sonradan AKP’nin kurucu kadrosunda da yer alacak kişiler tarafından kurulmuş. Milli Eğitim Bakanlığı ile 2011’de imzaladığı protokolle İstanbul’da başlattığı “Değer Ödülleri” (eskiden, “Değer Olimpiyatları”) yarışmasını, 4+4+4 sistemiyle birlikte bütün Türkiye’ye yaydı. Her yıl ödül kategorileri için seçmeler okul, ilçe ve il seviyesinde MEB öğretmenleri ve idarecileri tarafından yapılıyor, resmî kanaldan duyurulan yarışmanın sonucunda öğrenciler ödül olarak “Ensar Bursu” kazanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı sitelerde “Ensar Vakfı”nın ismi binlerce kez geçiyor. İşte Karaman’da ailelerin “biz çocuklarımızı Ensar’a verdik” demesi böyle bir güvenin sonucu. 

CHP milletvekili Gaye Usluer, 2014 yılında değiştirilen yönetmelik ile mesleki din eğitiminde bu gibi vakıflarla daha geniş bir işbirliği yapılmasını, MEB’in Ensar Vakfı ile imzaladığı protokolün bu yurtları da kapsayıp kapsamadığını sorguluyor.

Bu destek karşısında Ensar Vakfı da, diğer iktidar araçları gibi, kriz anlarında AKP tarafından kullanıma sokulmuştu: 13 Mayıs 2014’te Soma Madencilik’te meydana gelen iş katliamı sonrası Ensar Vakfı, MEB ve Diyanet işbirliğinde Soma’da “Değerler Eğitimi” adlı yaz okulu başlatıldı. “Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler” derslerinin verildiği yaz okulu geçen yaz da düzenlendi.

Turkcell sadece bir sponsor değil

Turkcell, Ensar Vakfı’nın her yıl düzenlediği “Türkiye Değer Ödülleri”nin sponsoru. Toplam beş kategoride üçer öğrenciye verilen birkaç bin liralık burs ve ödül töreninin organizasyonu Turkcell’in dev bütçesi içinde önemli bir para değil; ama, Ensar Vakfı’nın Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığı protokoller sayesinde vakfın Türkiye’deki tüm okullara erişimini sağlayan çok önemli bir vitrin.

Peki, herhangi bir şirket kendi prestijini etkileyecek en ufak hatalarda bile çalışanlarını kovarken, Turkcell kendi kaynaklarıyla sponsor olduğu Ensar Vakfı’nı bu skandala rağmen neden hâlâ savunuyor?

Bu sorunun cevabı Turkcell’in “AKcell”e dönüşmesi, hükümet kontrolüne girmesi ile ilgili.

Turkcell’in ortağı olan üç şirket Telia (Sonera), Alfa Telekom (Altimo) ve Çukurova Holding arasındaki anlaşmazlık yüzünden, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Mart 2013’te ve Ağustos 2013’te yedi kişilik Turkcell yönetim kuruluna beş kişi atadı: AKP’li eski bakanlar Atilla Koç ve Mehmet Hilmi Güler, AKP İzmir yöneticisi Bekir Pakdemirli ve devlet bankası Vakıfbank müdürlerinden Mehmet Bostan. Mehmet Bostan geçtiğimiz ay Turkcell’den sonra Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na atandı.

Yani Turkcell herhangi bir özel şirket değil, yönetimi dolaylı olarak hükümet tarafından belirlenen bir tür kamu şirketi. Bu bağlılık, Turkcell’in bir şirket gibi davranmamasını, hatta böyle bir kriz karşısında kendi müşterilerini kaybetmek pahasına devlet refleksiyle hareket etmesini, hükümetin tepkileri bastırma çabasına eşlik etmesini açıklıyor.

 

Sansürcell

Bu kelime bulutu, Turkcell avukatlarının 31 Mart 2016 tarihinde İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurarak sansürletmek istediği 862 adet tweet’te yazılan kelimelerden oluşuyor. Tweet’lerde daha çok kullanılan ortak kelimeler daha büyük punto ile gösteriliyor.

Hâkimlik sadece bir gün içerisinde aldığı kararda [PDF] Turkcell’in “kişilik haklarının zedelendiğine”, 743 farklı hesap tarafından ifade edilenlerin “düşünce, kanaat, eleştiri, yorum kapsamında” olmadığına karar vermiş.

Anonim bir yazılımcının desteğiyle derlediğimiz tweet metinlerinden oluşan veride küfürlü ifadeler de var; ancak ne Turkcell’in ne de İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği’nin bu tweet’leri topluca sansürlerken ifade özgürlüğü prensiplerini dikkate aldıklarını iddia etmek mümkün değil; çünkü aralarında aşağıdakiler gibi pek çok örnek de var.


 

Sansürün özensizliğinden daha vahim olanı, Turkcell’in bu sansür listesini oluştururken kullandığı arama kelimeleri. İçinde “Turkcell” kelimesi geçmese dahi “tecavüz”, “pedofili” “Tecavüzcell” ve hatta “Ensar” kelimeleri geçen tweet’ler aranmış; Turkcell’in resmî hesabı @Turkcell, müşteri hizmetleri hesabı @TurkcellHizmet, ve Turkcell yöneticisi @Kaan_Terzioğlu’na yapılan yorumlar derlenerek kapsamlı bir sansür listesi oluşturulmuş. Turkcell’in yanlış yazılmış halleri olan “Türkcell” ve “Türksel” için de sansürleme maksadıyla arama yapılmış.

Bu sansür davranışını aslında çok iyi biliyoruz: Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel, Soma’da bir madenciye iki yıl önce attığı tekmenin fotoğrafını sansürletirken mahkemeye böyle upuzun bir haber listesi göndermiş, mahkeme bu haber içeriklerinin hakaret niteliği taşıyıp taşımadığına dahi bakmamıştı. Twitter yasakları Mart 2014’te ilk başladığında ise dönemin Ulaştırma Bakanı Lütfi Elvan kendisini eleştiren 68 tweet’i sansürletirken “Lütfü Elvan” aramasının sonuçlarını da inceletmişti.

Bugün Aile Bakanı ile Milli Eğitim Bakanı’nın koro halinde “bir kere rastlanmış”, “bütün camiayı töhmet altında bırakmak doğru değil” diye bir vakfı savunur gibi görünmeleri gerçek durumu yansıtmıyor. Karşımızda sadece bir istismarcı öğretmen, sadece yasa dışı işler yapan bir vakıf veya sadece iletişimi sansürleyen bir iletişim şirketi yok; haklarımızı sistemli olarak ihlal eden ve demokratik tepki gösterme yollarımızı sürekli engelleyen daha büyük bir yapı var. Türkiye’de kararların halkın ihtiyaçlarına göre değil, küçük bir iktidar grubuyla büyük sermaye arasındaki ilişkilere göre alındığını yeniden ve yeniden tecrübe ediyoruz.

Neyse ki, bunun çok iyi farkındayız, susmuyoruz.