“Gücünden bana da ver”

Her şeyden önce, bugünün tahribatına karşı durabilmek için, insanın önce kendini güçlü tutabilmesi, kendine iyi bakabilmesi gerekiyor

SEZİN ÖNEY

16.08.2017

 
力を貸して ちからをかして

Chikara o kashite.

Japonca bir deyiş bu.

"Gücünden bana da ver." "Gücünü bana ödünç ver." "Gücünü bana da geçir."

"Bir el ver" gibi bir söz bu…

Cesaretinden bana da aşıla…

Herhalde sıkıntılı zamanlarda söylenecek en güzel sözler bunlar.

Japonca, "cesaret" anlamına gelecek birçok farklı söz var. "Güç" ve "cesaret" çoğu zaman birleşen kavramlar; ancak, "kalp gücü", "ruh gücü", "vücut gücü", "zihin gücü" ile birleşen cesaret için, "istikrarlı cesaret" için hep ayrı ayrı sözler var.

ちから, yani"Chikara" da, "denemek", "çabalamak", "pes etmemek", "yapabilme gücü" anlamına geliyor; bu aynı zamanda erkeklere verilen bir isim. Güçlü, cesaretli, kudretli, bilge, bilgili gibi anlamları var. Samuraylar tarihiyle de ilintili bu isim. Meşhur "efendisiz Samuraylar", yani "47 Ronin" hikâyesinin en gencinin adı da Chikara.

"Cesaretini bana da geçir."

"Gücünden bana da ver."

Bu zamanlarda, Türkiye'nin yoğun bir insan hakları ihllaleri girdabına kapılıp dibe çekildiği bugünlerde de, "insanlığını canlı tutabilenlerin" birbirlerine söyleyebileceği, birbiri için yapabileceği en anlamlı yaşam biçimi,"direniş" yolu da bu.

Öyle ağır günlerden geçiyoruz ki, güçlü olmak gerekiyor.

Söylemesi kolay tabii…

Böylesi moral bozucu, ruh ezici, insan öğütücü bir ortamda "güçlü" ve "sağlam" durabilmek zor.

O kadar çok şey var ki olup biten, yetişmeye imkân yok.

Sadece bir "geri dönüşü", "ertelemesi" olmayan örnek: Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, insanlar açlık greviyle eriyip gidiyor.

Artık isimleri de, "yasaklı kelime" hâline gelen, "Nuriye ve Semih."

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça…

Mayıs başında, şöyle başlayan bir yazı yazmıştım:

"Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, bugün açlık grevlerinin 60. gününe girdiler… Onlarla beraber, insan haklarına verdiğimiz değer de eriyor.

Açlık grevlerinin başlaması öncesi de, direnişleri söz konusuydu. 180 gündür, Kızılay’da oturarak, kendilerinin ve tüm KHK mağdurlarının yaşadıkları haksızlığa hukuksuzluğa dikkat çekmeye çalışıyorlar."

60 derken 160 gün oldu.

Şimdi onların açlık grevi, 160. gününe girdi.

Dile kolay, 100 gün… 100 koca gün daha eklendi açlık grevlerine.

21 Mayıs 2017'de gözaltına alındılar ve 23 Mayıs 2017'de tutuklandılar.

13 Ağustos 2017 günü de şöyle bir haber:

"Konyaspor maçında #NuriyeSemihYaşasın dedikleri için haklarında yakalama kararı çıkartılan 17 arkadaşımızdan biri Volkan Çalışkan bugün gözaltına alınmış ve tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderilmiştir."

Ne olacak şimdi? Sırada adı "Nuriye" veya "Semih" ya da "Esra" olanları da mı tutuklamak var?

Malum, Semih Özakça'nın eşi Esra Özakça da, 85 gündür açlık grevinde…

Esra Özakça, eşi Semih'e verilen gazetelerin arasına "dürüm" broşürleri konduğundan, Nuriye Gülmen ve eşinin "Uyan ölü müsün, değil misin diye bakacağız" diye uyandırıldıklarından bahsetmişti.

Minimum insanî "saygı", yaşama veya hayata ilişkin herhangi bir şeye azıcık bir "his", insanlık diyelim hadi adına, ondan birazcık varsa… İşte o his, o insanlık; ne görüşte olursanız olun, kim olursanız olun, karşınızdaki kim olursa olsun, ne görüşte olursa olsun-kimseye ama kimseye böyle davranmamanızı gerektirir.

Ve…

1980'lerde, 1990'larda doğmuş; çok çok genç insanlardan bahsediyoruz.

İşinden gücünde, üç kuruş oradan beş kuruş buradan arttırılıp son derece mütevazı ailelerce okutulmuş genç öğretmenlerden bahsediyoruz.

Sözde bu toplumda, eğitim, "okumak ve okutmak" en çok değer, önem verdiğimiz konulardandı.

Ve eğitim sisteminde olagelen ve daha da şiddetlenen kültür çatışmasını geçtim, gencecik öğretmenlerimize nasıl davranıyoruz?

KHK ile atılanlar bir yanda, hiç atanamamış olanlar öte yanda…

Daha önceki gün, İzmir'de yaşayan Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü mezunu 23 yaşındaki İsa Erdoğan, atanamadığı için intihar etmiş.

İsa Erdoğan'ın sosyal medya hesabından intihar etmeden önce, "Öncelikle hepinizden ailemden arkadaşlarımdan yakın dostlarımdan, böyle bir üzücü durumu yaşattığım için özür diliyorum. Üzgünüm. Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok. Kendi irademle, kararımla aranızdan ayrılıyorum. Bu not yayınladıktan hemen sonra hayatımı sonlandırıyorum. Vasiyet: Tüm organlarımı ve dokularımı bağışlıyorum. Ailemin rızası alınarak. En önemlisi Erzincan'a defnedilmek istiyorum" yazdığı ortaya çıktı. 

"Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim" diyen 23 yaşında bir insan. 23 yaşında daha öğrencilerine kavuşamadan yaşamına son vermiş bir genç…

O kadar çok haksızlık, o kadar büyük haksızlıklar var ki; her tarafta her yönde… Sadece orada burada okuyabildiklerimizden de ibaret değiller. Ayakta kalabilen medyanın duyurabileceğinden çok daha fazla şey, çok daha fazla adaletsizlik gerçekleşiyor, haksızlık olup bitiyor.

Güçlü olabilmek, kalabilmek çok zor bu ortamda. Ama deniyorum; denemek ve güçlü kalmak, yaşamak, suyun üzerinde kalmalıyız.

Kalmak zorundayız.

Her şeyden önce, bugünün tahribatına karşı durabilmek için, insanın önce kendini güçlü tutabilmesi, kendine iyi bakabilmesi gerekiyor. Söylemesi, yapmasından çok daha kolay ve ben kendim de çoğu kez yapamıyorum. Düşüyor, kalkıyor ve yeniden deniyorum.

Hep kalkmak zorundayız.

Hep ileri bakmak zorundayız.

Herkes için yolu, yolları farklı olabilir…

Ben mesela,  Japonca kelimeler, sözler, deyişler arasında dolaşıyorum; çünkü ileri bakmamı, hayal kurmamı sağlıyorlar.

勇者は幸運に恵まれる; yuusha wa koun ni megumareru. Yani, "Şans, cesurun yanında olur."

Tarih, insanlığını koruyanın ve insanlık onurunu savunanın tarafında olur. Zaten de, başka seçeneği de yoktur içinde biraz olsun "iyi" bir yön, biraz haysiyet olanın.