Türkiye nasıl “olağanüstü” oldu?

26 yıldır o köprüdeyiz. Bir tarafa geçebilen olmadı; sadece köprü, hepimizin kâbusu oldu

SEZİN ÖNEY

06.12.2017

 
Bundan 26 yıl önce; çeyrek asırdan bir fazlası öncesi, Diyarbakır Kulp'ta 7 sivil öldürülmüştü.  2012  yılında, öldürülen köylülerin avukatı Nahit Eren'in başvurusu ile soruşturma dosyası yeniden açıldı ve şimdi de takipsizlik kararı verildi. Eren, takipsizlik kararının kaldırılması için Sulh Ceza Hâkimliği’ne itirazda bulundu; 26 yıllık bu suç ve cezasızlık süreci de belli ki daha uzayıp gidecek. Uzadıkça da, suç ve cezasızlığa, yeni cezasızlıklar eklenecek.
26 yıl önce tam olarak ne mi olmuştu?

Bingöl'ün Solhan ilçesinde, 19 Aralık 1991 günü bir PKK kampının bombalanması sonucu öldürülen PKK üyeleri, 24 Aralık günü Kulp'a getirildi. Cenaze için toplananların üzerine ateş açılması sonucu, Mehmet Nesip Altın, Neytullah Tekin, Hayrettin Demirtuyi, Felemez Bulut, Ömer Öztürk, Ali Miltaş ve Şahin Tekin olay yerinde öldü, Mehmet Şah Tektekin ve Şeyhmus Altındağ yaralandı.

Evet, insanlar "PKK cenazesi için" toplanmış. Evet, silahsız, sivillerden bahsediyoruz.  Görüldüğü gibi konu netameli; bugün öyle bir noktaya geldik ki, neredeyse üç nesil devirdikten sonra, "Oh, iyi olmuş; keşke, hepsini öldürselermiş" diyecek ve bunu da hiç kibar şekilde söyleyemeyecek birçok insanımız var.

Ne oldu? Terör meselesi mi çözüldü? Türkiye'nin kendisi ve Kulp/Pasûr'dan Sur'a "gitmesek de görmesek de bizim o bölgesi" çok mu bir huzur beşiği? Her şey yolunda mı gerçekten?

Olayların bir de, kayda geçtiği şekliyle, Ankara boyutuna bakalım; büyük bir cenaze kalabalığının toplanacağı anlaşılınca, gerginlik yaşanmaması için dönemin Doğru Yol Partisi Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu'nun Başbakan Süleyman Demirel ile görüşerek, cenaze konvoyuna izin verilmesini istediği söyleniyor. Sosyal demokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekili Hatip Dicle ile bir grup milletvekili de, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'le görüşüyorlar.
Gene kayıtlara geçtiği üzere, bu "mekik diplomasisi" sonucu, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Kulp Tabur Komutanlığı'nda olan Albay İsmet Yediyıldız'ı arıyor, ancak telefon yüzüne kapatılıyor.

Şimdi de, Ankara'dan "bölgeye" geçelim; Diyarbakır Kulp hattında ne yaşanıyor ona bakalım…

İçişleri Bakanı Sezgin, Diyarbakır Valisi Muzaffer Ecemiş'i, Kulp'a gönderiyor ve suhulet için Yediyıldız ile görüşmesini istiyor. Vali Ecemiş, Kulp ilçe merkezindeki insanlara hitaben sakinleştirici bir konuşma yapıyor ve Albay Yediyıldız ile görüşmeye gidiyor. Aldığı cevabın ise; "Bu olay ne sizi, ne de bakanı ilgilendiriyor. Ben üstlerinden emir alırım" şeklinde olduğu söyleniyor.

Kulp'a birkaç kilometre mesafede Sarım Çayı başında köprü başında toplanmış halk bir yanda, askerler bir yanda… Gerginlik de had safhada. Yaklaşık iki yıl sonra 1993'te kapatılacak olan Halkın Emek Partisi (HEP) üyeleri, askerlerle konuşup ortamı sakinleştirmeye çalışıyor ama daha sonra, onlar oradan ayrıldığında,  silahlar ateşleniyor.  

Albay İsmet Yediyıldız'ın, silahların patlamasından önce olay yerine gelerek, "Köprüden tek kişi geçirtmeyeceksiniz. Geçen olursa öldürün. Tohumuna para mı verdim" dediği öne sürülüyor.

Bu noktadan (önce ve) sonrasında, tüm olan bitene nasıl baktığınız ve yorumladığınız aslında "köprünün hangi tarafında" olduğunuzla çok ilgili.
26 yıldır o köprüdeyiz. Bir tarafa geçebilen olmadı; sadece köprü, hepimizin kâbusu oldu. O kadar ki, 15 Temmuz 2016, bir de "köprü" ile sembolleşen darbe girişimi de oldu.

Kan, kan, kan…

26 yıl öncesi kan, 2016'sı kan, bugünü kan, o günü kan.

Görevini, makamını kötüye kullanan, hele bunu elinde silah tutarak  yapanlarla yüzleşmezseniz, mahkeme önünde hukuka uygun biçimde hesaplaşmazsanız, onların yeni nesil sürümleri de darbe yapmaya kalkışır; ülkeyi böyle kabuslardan kabuslara sürükler.

Ya Olağanüstü Hâl'e ne demeli! "Girdik çıkamıyoruz ki" diyemeyeceğim: Zaten 1980'den beri hiç çıkmamıştık ki.

12 Eylül sıkıyönetimi "kaldırıldıktan sonra", 19 Temmuz 1987'de "Olağanüstü Hâl Bölge Valilikleri" oluşturulmuştu zira…
Kaderin tecellisine bakınız ki, yaklaşık günü gününe 29 yıl sonra, tüm Türkiye, "Olağanüstü Hâl Bölgesine" dönüşmüştü.
Sadece 29 yıl mı, "sıkı yönetilmeden" yaşayabildi Türkiye?

Hayır; sadece içinde bir "virüsü" hapsetti. O virüsü, güç de olsa, tedavisini bulması "imkânsız" gibi de gözükse; hep yeni yöntemler ve buluşlarla iyileştirmeye çalışmadı.

1987'de, Türkiye'nin "geri kalanında" sıkıyönetim kalkarken, "olağanüstü"lük, sekiz kente lâyık görüldü: Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Tunceli, Van.

Adıyaman, Bitlis ve Muş da, "mücavir il" olarak "olağanüstü" kabul edildiler.
 
Derken, 1990'da Batman ve Şırnak, il yapıldılar ve "vilayet" olur olmaz da "olağanüstü hâl" kapsamına girdiler.
 
Olağanüstü hâller, bir tür derin "uyuyan güzel" uykusuna dönüşebiliyor…
 
Zira, "olağanüstü hâl", o uzaktaki bir yerlerde, her 4 ayda bir olmak üzere 46 kez uzatıldı. Ruhlar duymadı.
 
"Olağanüstü" uykuya 1987'de dalındı ve ancak 2002'de çıkılabildi.
 
Hürriyet gazetesinde 30 Kasım 2002'de şöyle bir haber yer alıyordu:
 
"Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 1978'de sıkıyönetim ilanıyla başlayan olağanüstü koşullar bugün sona erdi. 1987'de Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van'da ilan edilen Olağanüstü Hâl Uygulaması, bugün saat 17.00'den itibaren Diyarbakır ve Şırnak'ta da kaldırıldı. Tam 46 kez uzatılan OHAL uygulaması süresince bölgede 6 süper vali görev yaptı."

Tam 46 kez uzatılan "olağanüstü hâlin" kaldırılmasından 14 yıl sonra bu sefer tüm Türkiye "olağanüstü."

Geçmişte kalmış gibi gözüken, 1991'de Kulp'ta 7 sivilin öldürülmesi gibi davaları unutmamak, adaletin tecellisi için çalışmak önemli. O zamanlar, sivil iradeyi elinde silah olduğu için tanımayan birileri varsa, sonra 2016'da örneği yaşandığı gibi darbe girişimleri olur; dahası olağanüstü hâller de Türkiye'nin yakasını bırakmaz. Adaletsizlik de, bugün olduğu gibi "olağan" hâle gelir.