Gazeteciden dost olmaz mı?

Ve İnce, gazetecilerin iktidarın keyfine göre beşer onar hapse tıkıldığı bir ülkede gayet tehlikeli sayılması gereken bir söz söyledi

ÜMİT KIVANÇ

26.06.2018

 
 
CHP’li Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ile Fox TV’nin seçim gecesi programını yürüten ikiliden İsmail Küçükkaya arasında geçen Whatsapp mesajı hadisesi, haklı ve biraz da hayırlı olarak, ilkesel gazetecilik tartışmasına yolaçtı: Gazeteci, yakınlığı olan siyasetçinin özel mesajını kamuoyuna açıklayarak doğru davrandı mi yoksa fırsatçılık yaptı, uyulması gereken bir etik ilkeyi çiğnedi mi?

Önce olayı hatırlayalım. Bu yazı, ileride de gazetecilik tartışmalarına konu edilebilecek bu olaya ilişkin belge olsun. (Aktardığım mesajlarda, kolay okunurluğu sağlamak için bazı noktalama işaretleri değişiklikleri yapıyorum.)

24 Haziran seçimlerinde oy verme işlemi tamamlanıp sayıma ve resmî olmayan sonuçların Anadolu Ajansı tarafından ilan edilmesine, TV’ler tarafından bize aktarılmasına geçildikten bir süre sonra, aslında beklendiği üzre, sonuçlara dair çelişki ortaya çıktı. CHP yetkilileri, AA’nın sonuçları aktarırken manipülasyon yaptığını, cumhurbaşkanlığı seçiminin kesinlikle ikinci tura kaldığını ileri sürdüler. Zaman geçtikçe, sonuçların bu yöne doğru evrilmediği görüldü. Ve seçim öncesi kampanya döneminde yaygın heyecan yaratıp kitleleri harekete geçirmiş cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ortalıktan kayboldu. Aynı sıralarda İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’den de ses seda çıkmaz oldu. Telaş ve tedirginlik ortamı yayılır, komplo teorileri uçuşmaya başlarken, İsmail Küçükkaya, İnce ile Whatsapp’tan haberleştiğini duyurdu: “İnce ile yazıştım; sorum üzerine tam cümlesi şöyle: ‘Adam kazandı’.” Küçükkaya’nın ikinci tweet’ine göre İnce şöyle demişti: “Yarış adil değildi, kampanya şartları eşit değildi, ama Erdoğan kazandı.”
 
Siyasetçi itham ediyor
 
Büyük değer verip, çağrısı üzerine sabahın köründe sandık kurullarına koştukları, gece oyları sağ salim ilçe seçim kurullarına götürmek için -kimi zaman tehdit ve tehlikelerle yüzyüze gelerek- didindikleri adayın çıkıp kendilerine moral verecek veya en azından teselli mahiyetinde iki çift laf edecek yerde, TV programcısı gazeteciye Whatsapp’tan “yenildik” mesajı yollaması, İnce’nin başarısına umut bağlamış insanları elbette sarstı. Seçim sonucu üzüntü yarattı, fakat İnce’nin ortadan kaybolması, CHP’nin yıllanmış klasör suratlı bürokratlarının sahneyi alıp herkesin omzunu daha da çökerten bir tavır içinde ânın gereklerine tamamen ters lafları tekrarlamaları, bunu çöküntüye dönüştürdü.
Muharrem İnce, kısacık sürede kazandığı güvenin büyük kısmını yok yere harcadığı gecikmenin ardından, 25 Haziran günü öğle saatlerinde tekrar ortaya çıktı, gazeteciye mesaj yollamakla hata ettiğini söyledi: “Orada bir hatam oldu, onu kabul edeyim. Ben İsmail Küçükkaya'ya arkadaşça mesaj attım. Onun haber yapacağını tahmin etmedim. Benim gibi deneyimli siyasetçinin bunu yapmaması gerekirdi. Vatandaşlarımızın bunu bir tweet’le öğrenmemesi gerekirdi. Onu haber yapacağını düşünmediğim için…”

Ve İnce, gazetecilerin iktidarın keyfine göre beşer onar hapse tıkıldığı bir ülkede gayet tehlikeli sayılması gereken şu sözü ekledi: “Demek ki gazetecilerle dost olurken daha dikkatli olmak gerekiyormuş.”
 
Gazeteci savunuyor
 
İsmail Küçükkaya, “Kamuoyuna zorunlu açıklama” başlığı altında, bir dizi tweet’le ona ayrıntılı cevap verdi: “…Seçim gecesi canlı yayındayım. Saatler 00.37 olmuş. Herkes konuşmuş, İnce susuyor. Kayıp. Herkes merak ediyor ‘nerede’ diye. İnce’ye yazdım, ‘neredesiniz? Ne diyeceksiniz?’ Yanıtı şu oldu: ‘Adam kazandı’. Elbette bunun haber değeri var… Erdoğan ve Bahçeli konuşmuş. Herkes İnce’nin ne diyeceğini merak ediyor. Bu haberdir. Seçimin sonucunu 00.37’de kabul etmiş. Haber değil mi?”

Küçükkaya, “Böyle bir açıklamayı seçim gecesi duyurmayacak kişiye gazeteci denir mi?” diye sordu. Küçükkaya’ya göre, “İnce şunu yapmalıydı, çıkıp kameraların karşısında da konuşmalı ve mesajını vermeliydi. Bana mesajı verdikten sonra da pekâlâ bunu yapabilirdi. O kadar bekledi, sustu, kayboldu.” Gazeteci, siyasetçiyi “kabahati şimdi başkasında aramak”la itham ediyordu. Söylediğinde elbette gerçek payı var.

Ancak durum şuydu: siyasetçi gazetecinin fırsatçılığını öne sürerek dikkatleri kendi yanlışından uzaklaştırmaya çalışırken, gazeteci de siyasetçinin yanlışına dikkat çekerek kendisinin esas eleştirildiği meseleyi bulandırıyordu.

Küçükkaya, gazeteci-kaynak ilişkisi için evrensel kuralı hatırlatarak devam etti: “…İnce… ‘bunu kullanma’ diye uyarabilirdi. ‘Off the record’ (kayıtdışı) notunu düşebilirdi. Yapmadı. Seçim gecesi bir Cumhurbaşkanı adayının söylediği her şey -o uyarıyı yapmadığı sürece– haberdir.”
Küçükkaya, “İnce bu incelikleri bilir,” dedi. Daha önce kendisine “bazı özel bilgiler” verdiğinde özel uyarılarda bulunduğunu”, kendisinin de bunlara “riayet ettiğini” hatırlattı. Ve özellikle kendisini eleştiren gazetecilere meydan okudu: “Şimdi bana bir tek gazeteci çıksın ve desin ki; ‘seçim gecesi CB adayı İnce ortada yok. Saatler 00.37. Herkes onu merak ediyor. Ve kendisine soruyorsunuz. O da ‘adam kazandı’ diyor. Ben bunu haber yapmam. Bilgiyi kendime saklarım’. Bunu söyleyecek gazetecileri! göreyim.”
 
Gazeteciye itham ediyor
 
Gazeteci Makbule Cengiz bu çağrıya uydu, Küçükkaya’nın ünlemine karşılık bir ünlem de o koydu: “O zaman ben söyleyeyim! O saatlerde Muharrem İnce ile ben de konuştum. Milyonlarca insan beklerken bana düşmezdi, haddimi bildim! Tweet’le mesajını yayınlamak yerine açıklamasını beklemeyi tercih ettim.” Cengiz, Küçükkaya’dan şöyle bir tavır bekliyordu: “‘Canlı yayın heyecanı, fevri davrandım’ demek de bir erdemdir!”

Küçükkaya eleştirileri kabul etmeye niyetli değildi. RS FM’de “Bidebunudinle” programında Yavuz Oğhan’a konuk olduğunda, “Muharrem İnce'yle rakı balık masasında değildim,” dedi. “Gazeteci olarak soru sordum.”

Küçükkaya’ya göre Muharrem İnce, yirmi dakika sonra ona “dönüş yapmış” ve, “Bu dostaneydi, neden duyurdun?” diye sormuştu. İsmail Küçükkaya bu sorunun samimiyetine inanmıyordu: “Muharrem İnce attığı mesajları kullanacağımı biliyordu ve o mesajlar nedeniyle kitlesi üzerinde oluşan olumsuz havayı dağıtmak için bir gazeteciyi harcamayı tercih etti.”

Sonda söyleneceği tam burada, yeri gelmişken ifade edeyim: Gördüğümüz üzre, bu olaya ilişkin hükmü kurabilmek için temel şart, sözkonusu iki kişi arasındaki ilişkinin hakiki niteliğini bilmek. Ve o kadar kritik bir anda, o kadar hayatî bir mevzuda Whatsapp’tan özel olarak yazışabilecek kadar yakın, ama bu yakınlık ikisi açısından da istenmeyen bir sonuç yarattığında birbirlerini suçlayacak kadar “değişken” bir ilişkileri var. Bundan ötesini bilmemize imkân yok.

Bu yüzden, meselenin gazetecilik ahlâkını ilgilendiren yanı üzerinde durmayı yeğleyelim.
 
Katıksız ilke savunusu ve psikolojik etken
 
Tartışma çıkar çıkmaz olayı değerlendirip görüş bildirenlerden biri, medya eleştirisiyle yakından ilgili gazetecilerden Sarphan Uzunoğlu’ydu. Tartışmaya, “İsmail Küçükkaya ya da bir başka gazeteci, tarihte ilk kez mesaj yoluyla kendine gelen bir bilgiyi açıklamadı,” diyerek giren Uzunoğlu, “aksi yönde bir uyarı da olmadığına” dikkat çekti, eleştiri okunu İnce’ye yöneltti: “Ayrıca ‘gazeteci siyasetçi arkadaşlığı’ diye bir şey yoktur, arkasına saklanmak da bana kalırsa sorumluluk almaktan korkmaktan ibaret.”

İkinci tweet’inde Uzunoğlu sorunun kaynağını ‘olmaması gereken samimiyet’ diye açıkladı: “Eğer bir gazeteciye, sorusuna yanıt olarak bir siyasetçi hür iradesiyle bir beyan veriyorsa ve OTR [Off The Record] demiyorsa, o beyan politiktir ve haber değeri taşır. Gazeteci siyasetçi ilişkilerinin ‘samimileşmesi’ asıl problemdir.”

Uzunoğlu, genel ilkeye işaret ediyor. Ancak ben hâlâ karşılaştığımız olayın kendine özgü olabilecek koşullarını -rakı-balık masasında oturacak kimseler midir?- gözetmeden hükme varamıyorum. Çünkü şunu asla bilemiyoruz: Muharrem İnce -iyi niyetliydi ve…- sözkonusu mesajı sahiden arkadaşıyla dertleşir gibi mi gönderdi yoksa -art niyetliydi ve…- kendi çıkıp yenilgiyi üstlenmek yerine dolaylı yoldan duyulsun, insanlar hazmetsin, alışsın, o da kamuoyu karşısına çıktığında, ilk anda doğabilecek sert tepkilerden azıyla karşılaşsın diye bilinçli “sızdırma” işlemi mi yaptı?

Sarphan Uzunoğlu bir de  video hazırlayarak konuyu daha geniş ele aldı. Makbule Cengiz’in “ben de öğrenmiştim ama açıklamak bana düşmezdi, haddimi bildim”ini “gerçekleri halktan gizlemek” olarak nitelendiren Uzunoğlu, daha çok, Muharrem İnce’nin açıklama yapması gerekirken yapmaması üzerinde durdu, İnce ile Küçükkaya arasındaki yazışmayı “soru-cevap” saydı ve politikacının off-the-record (yazılmamak üzere) uyarısı yapması gerektiğini, aksi halde kamuyu ilgilendiren ne söylerse yazılabileceğini tekrarladı. İnce’nin taraftarlarında “Whatsapp mesajıyla terk edildik” duygusu yaratması hakkında Uzunoğlu, “Elbette bu şekilde olmamalıydı,” dedi, “ama bu şekilde olması tecrübeli bir politikacının yanlış seçimler yapmasının sonucu, gazetecinin suçu değil” (toparlayarak aktardım). Uzunoğlu, Küçükkaya’nın açıkladığı bilgi umutları yok ettiği için gazeteciye özellikle kızıldığını da düşünüyor.
 
Başka gazetecilerin görüşleri
 
Ümit Alan da benzer görüşleri dile getirdi: “Muharrem İnce'nin ‘hata yaptım’ açıklaması doğru. Gazeteciyle ‘arkadaşça’ ilişki kurarken siyasetçinin bunu hesap etmesi lazım.” Alan, siyasetçi ile gazeteci arasında, gündelik hayatta dostluk dediğimiz türden bir ilişkinin imkânsız olduğunu düşünüyor olmalı ki, şöyle devam etti: “O arkadaşça ilişki zaten böyle bir an için kurulmuştur. Herkes mesafe ayarlarını ona göre yapmalı.” Bu durumda Alan, siyasetçinin “gazeteciyle dostluk kurarken dikkat etmeli” sözünü gazeteciler açısından tasdik ediyordu. Alan, ikinci bir tweet’le bunu açtı da: “Muharrem İnce’nin bu hatasını olgunlukla kabul ederek açıklaması da güzel. Gazetecilerle siyasetçilerin ilişkileri -istisnalar haricinde- böyledir. İki taraf da birbirini kullanabileceğini düşünür. Bu tarz ilişkilere arkadaşlık diye bakmamalı.”
Ben bu yaklaşımı genel olarak doğru buluyorum. Ancak bunu dünyadaki bütün siyasetçilerle bütün gazetecileri somut bireyler olarak her an bağlayacak hale getirdiğimizde nasıl da gayriinsanî bir durumu tarif etmiş oluruz…

Tecrübeli meslektaşlarımızdan Zafer Arapkirli de Facebook sayfasından konuya girdi: “Açık ve net söylüyorum. İsmail Küçükkaya, siyasetçi dostu Muharrem İnce'nin kendisine attığı ‘Adam kazandı ne yapalım…’ mealindeki SMS mesajını kamuoyu ile paylaşmakta haklıdır.”
Küçükkaya’nın yaptığının neden “buz gibi gazetecilik” olduğunu, “gazetecilik etiği açısından yanlış olmadığını” açıklarken Arapkirli de öncelikle İnce’nin siyasî yanlışından yola çıkıyordu: İnce, “…yaklaşık 13-14 saat boyunca Türkiye kamuoyunu ve en önemlisi de kendisine umut bağlayan seçmenlerini, meydanlara sokaklara dökülen milyonlarca insanı ‘karanlıkta’ bırakma hatasına düşmüş”tü; “kendisinden çok büyük beklentiler içinde olunan bir siyasi lidere… yakışmayacak bir tavır almış”tı. Üstelik, bunu yaparken, kamuoyuna açıklaması gereken … şeyi, bir gazeteci dostu arkadaşı ile özel ortamda … paylaşmış”tı. Arapkirli, “Kendi tercihidir. Paylaşmayabilirdi,” diyordu: “…hata yapmıştır. Her ne kadar bu hatayı ‘Gazeteciye söylememem gerekiyordu. Benim güvenimi suistimal etti’ diye sunduysa da asıl hatası ‘Kamuoyuna’ söylememiş olmaktır.”

Meselenin etik boyutuna geldiğinde, “Gazeteci,” diye sordu Arapkirli, “bir siyasetçinin özel bir ortamda kendisine söylediği bir şeyi saklamakla yükümlü müdür?” Cevabı, “belli koşullarda evet”ti. “Ama belli koşullarda bunun da ihlâl edilebilecek yanları vardır,” ona göre: O ‘belli koşul’ kamu yararıdır. Misal, bir siyasetçi büyük bir yolsuzluk usulsüzlük, hırsızlık vatana hıyanet vb. bir şey yapsa da benimle özel kapasitede paylaşsa, bunu ‘Ayıp olur şimdi adama’ diye saklamalı mıyım? Elbette hayır.” Küçükkaya’nın kamuoyu ile paylaştığı, “fevkalâde haber niteliği taşıyan bilgi”ydi, davranışı bu yüzden “etik dışı sayılmaz”dı. İnce’nin kamuoyuna açıklanan mesajı böyle bir suç içeriği taşımıyordu şüphesiz; karşılaştırmanın isabetinden emin değilim.

Arapkirli, “Aferin İsmail,” dedi, bunların üzerine. “Tebrik ediyorum. Bugün bir gazete çıkarıyor olsaydı, 9 sütuna manşetten ‘çakardı'. Pek de iyi yapmış olurdu. ‘İNCE : ADAM KAZANDI’. İri puntolarla. Yılın manşetidir.”

Arapkirli’nin yazısının altındaki yorumlardan ikisinin yazarları, tam da gazetecilik ilkeleri açısından ona karşı çıktılar. Tevfik Dalgıç, “Bana özelden bir mesaj geldiyse ben bunu gönderenin izni olmadan paylaşmam,” dedi. “Evet, İsmail’i severim, izlerim, ama bu davranışını uygun bulmuyorum. İçinde gazetecilik radyo-tv programlarını yöneten bir iletişim bölümü başkanlığı (İrlanda’da) ve de 50 yıl gazetecilik yapmış birisi olarak kişisel ve mesleksel etiğim buna engeldir.”

Norveç’ten -önemli edebiyat eserlerinin çevirmeni olarak tanıdığımız- Banu Gürsaler Syvertsen: “Etik olarak İskandinavya medya ahlâkına ve uygulamalarına göre,” diye yazdı, “teyit almadan yayınlaması büyük hatadır. Kamu menfaatinden önce kaynağını korumak, gözetmek ilkesinin kapsamına girer. Zafer Bey'e katılmıyorum bu konuda…” Gürsaler Syvertsen, gazetecinin davranışını, olağanüstü durum ve heyecan anında affedilecebilecek bir hata” sayıyordu.

Burada da karşımıza başka bir gazetecilik etiği kavramı çıkıyor: “Kaynağı korumak”. Küçükkaya’nın bu olayda kaynağı gözden çıkardığını sanırım söyleyebiliriz. Eğer varsa, sözkonusu arkadaşlığı da. Ama eğer varolan, bildiğimiz anlamda arkadaşlık değil de siyasetçi-gazeteci ilişkisi ise, bu muhtemelen sürecektir. Çünkü ikisinin de birbirine ihtiyacı sürecektir. Siyasetçinin, kendisi büyük heyecanla dört gözle beklenirken bütün ülkede sadece tek kişiyle ilişki kurmuş oluşunu unutmadan düşünmeliyiz bu olay üzerinde.

Gazetecilik etiği tartışması için tam teşkilatlı bir örnek olay yaşadık. (Aslında siyasetçi etiği konusunda da… Gerçi bir paragraftan uzun süreceğini sanmıyorum ama bu mevzuya yine de girmeyelim.) Bu yüzden bol bol örnek argüman aktarmayı ve zemin oluşturmayı denedim. (Görüş belirtmiş başka meslektaşlarımız da var mutlaka, aktarmayı atladıklarım kusura bakmasınlar, burada aktarılanların muhtemel yaklaşımları eksiksiz temsil ettiğini düşünüyorum.)

Kendi görüşümü kısaca tekrarlayayım: Olaya genel bir siyasetçi-gazeteci ilişkisi sorunu olarak bakacaksak, bildiğimiz anlamda “arkadaşlık”tan çok, kaynak-gazeteci ilişkisinin koşullarına göre düşünmeliyiz. Ancak gazeteci de siyasetçi insanî gereklerden muaf sayılamaz. “Off-the-record denmiyorsa yazabilirsin” kuralını tek ölçü sayıp sayamayacağımıza karar vermek için bu iki kişi arasındaki sahici ilişkinin niteliğini bilmemiz lazım. Eğer bu özel-kişisel etkeni baştan yok sayarsak, “gazeteciyle dost olunmaz” tuhaflığına da itiraz edemeyiz. Gazeteci, dost meclisine girdiği zaman herkesin susup konuyu değiştirdiği bir kişi olmamalı herhalde. Sanırım, gazetecilik yapmak istediğimiz kadar, birilerinin dostu, ahbabı da olmak isteriz. Şahsen ben isterim en azından.

Öte yandan, örnek olayımızda, art niyetli davranış ihtimallerini de gözetmeliyiz. Şark, burası.

Yine de, meseleye öncelikle gazetecilik ilkeleri açısından yaklaşılması en hayırlısı.